H. Yücel Koç
Yirmili Yaş Fotoğrafları
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada “yirmili yaşlar resimleri” paylaşmak bir akıma döndü. İnsanlarımızın ünlüsü ünsüzü resimlerini paylaştı. Sosyal medyada zaman zaman buna benzer akımlar olur. Ama bu akım benim şimdiye dek gördüklerimin en popüler olanıydı. İnsanlar eski resimlerini paylaşmak için adeta yarıştılar ve çok mutlu oldular. Anıların önemini ve insanları nasıl duygulandırdığını bir kez daha gördük.
Kızım üniversite öğrencisi. Bu paylaşımlar, henüz yirmi yaşına girmemiş kızımı bile çok etkiledi. Bir akşam otururken bu konuyu açtı. “Nasıl güzel fotoğraflar” dedi. “İnsanların duruşlarında, yüzlerinde, bakışlarında, gözlerinde başka bir şey” olduğunu söylüyordu. Birçok şeyin birleşimi olan o şeyin bugünkü fotoğraflarda olmadığını hissetmişti. Eski fotoğraflarda o gün olup bugün olmayanlar neyse, onlar insanları daha mutlu ve huzurlu yansıtıyordu, şimdiki bizlere.
Kızımın geçmişten gelen fotoğraflarda aradıklarına kolay cevap verebileceğime emin olamadım. Ama o an içimden gelenleri de ona anlattım. O fotoğrafların çekildiği yıllarda insanların ortak idealleri vardı. Ortak ideallerin ana paydası ise memleketti. O yıllarda çocuk, genç, yaşlı herkes memleketi daha medeni görmek isterdi. Her çocuğun, ailenin, okumaya, öğrenmeye hevesi vardı. Neredeyse her çocuk benzer okullarda okula başlardı. Benzer sınavlara girerdi. Çok çalışıp sınavları kazananlar devletin daha iyi okullarına giderdi. O zaman 67 şehir vardı. Devletin yatılı okullarına 67 ilden memleket çocukları gelirdi. Köylüsü de, şehirlisi de. Tapu kadastro memuru yetiştiren, makinist yetiştiren, polis yetiştiren, sağlık memuru yetiştiren, öğretmen yetiştiren yatılı okulların hayalini kurardı çocuklar memleket sevdasıyla... Devletin iyi okullarından devletin üniversitelerine giderlerdi. Ülkenin iyi çocukları eğitimli, donanımlı mühendis, doktor, öğretmen olurlardı. Ülke kendi motorunu üretsin isterlerdi. Doktor olup mecburi hizmetle ülkenin en ücra köşelerine gitmeyi hayal ederlerdi. Cüzzamın, çocuk felcinin, veremin kader olmadığına inanırlardı. Asker olmak çocukların hayallerini süslerdi. Ülkenin Mehmetçiğe emanet olduğuna inanırlardı. Köy çocukları bilim adamı olur, başbakan olur, cumhurbaşkanı olurdu. Aziz Sancar’lar, Süleyman Demirel’ler yetişirdi. Öğretmenler çocukları evlerine yolladıktan sonra, okuma yazma bilmeyen teyzeleri sınıflara alırlardı. O teyzeler kimsenin zoru olmadan akşamları okullara gelirlerdi. Ortak payda olan memleket ve memlekete ilişkin derin bağlar insanları bir arada tutar ve onları mutlu ederdi. Bu ülkenin insanları herbiri birbirinden farklı şeylere inanırlardı, ama hepsi memleketleri daha iyi olsun diye çalışırlardı.
Sonra globalizm denen bir akım tüm dünyayı etkisi altına aldı. İhtilaller, cunta yönetimleri her şeyin üstünden silindir olup geçti. İnsanları da ezdi, idealleri de. Sonrasında gelen yönetimler globalizme övgüler düzdüler. Her koyun kendi bacağından asılırı anlattılar. “Zengin ol, güçlü ol da nasıl olursan ol”u yücelttiler. Bireyselliğe övgüler düzdüler. Herkes kendisine yaşar oldu. Okullarda bunun ne kadar önemli olduğu öğretildi.
Sonuç, yeni fotoğraflara yansıyan mutsuz yüzler. Sosyal medyada akım olan “yirmili yaşlar fotoğrafları” hayatlarımıza yansıyan eskinin mutluluğunu, yeninin mutsuzluğunu önümüze serdi.
İnsan sosyal bir varlık. Birbirine sarılınca, birbirinin derdine derman olunca mutlu oluyor. İdeallerine başkaları da ortak olduğunda, ortak değerlere sahip olduğunda kendisini iyi hissediyor. İşe yaradığını düşündüğünde, kendinden başkalarının da mutluluğuna katkıda bulunduğunu anladığında kendisini değerli görüyor. Bu hisleri yaşadığında üretmekten keyif alıyor ve verimli oluyor. Verimli üretim de topyekün kalkınma ve refah ve mutluluk yaratıyor.
Daha fazla ortak ideallerde buluşacağımız ve daha mutlu olacağımız bir memleket dileğiyle…