H. Yücel Koç
Servet Transferi
Kiminle konuşsanız, insanların mutsuz ve umutsuz oldukları hissine kapılıyor musunuz? Sanayici mutsuz, turizmci mutsuz, ücretliler mutsuz, çiftçi mutsuz, bankada parası olan tasarruf sahibi mutsuz. Hiç mutlu olan yok mu? Olmaz mı? Elbette var. Finans kesiminin bir bölümü çok mutlu; gelir paylaşımının şanslı üst dilimindeki kesimler mutlu; büyük rant sahipleri mutlu. En azından şimdilik mutlular.
Aslında yukarıdaki “mutlu–mutsuz” listesinin oluşumu 1980’lerde başladı. Bugünleri çok az insan öngörebildi. Öngörebilip de bunu anlatmaya kalkanların da başına gelmeyen kalmadı. Geniş halk kitleleri, daha önce hiç deneyimlemedikleri neoliberalizmin “nimetlerinin” büyüsüne kapılıp, günün getirdiklerinin keyfini çıkarmak için adeta yarıştı. Bizde kervan yolda düzülür ya; gelecek ne getirecek, pek umursanmadı. Keyifle ve elbirliğiyle, farkına bile varmadan inşa ettikleri “vahşi kapitalizmin” 2000’lerdeki dişlileri arasında ezileceklerini akıllarının ucundan bile geçirmediler. Şu an bile bu dişlilerin arasında ezildiğinin farkında olan kaç kişi vardır diye düşündüğünüzü de hissediyorum. Bizim insanımızın her zaman suçu yükleyecek günah keçileri vardır.
Türkiye’nin yaşadığı kapitalizm pratiği kendine özgüdür. Bizdeki kapitalizm, sık sık Güney Amerika ülkeleriyle kıyaslanır; buna hiç akıl erdiremedim. Emin olun, onlar kendilerini bizimle kıyaslamıyor. Bizim kapitalizm pratiğimiz, dünyadan belirgin farklarla ayrılır. Toplumumuzun özgün karakteri, kapitalizmle tanıştıktan sonra kendine has bir ekonomik sistem üretmiştir. Şimdi geriye dönüp bakınca, eskilerin küreselleşmeye ve kapitalizme neden direndiğini daha iyi anlıyorum. O insanlar, toplumun dokusunu ve bu toplumun neye evrilebileceğini bilen insanlarmış. Kendilerini saygıyla anıyorum.
Bizim toplum “yaşamı” kutsar, ötesine pek bakmaz. Ben yaşayayım da kim ölürse ölsün bakışı kimseye garip gelmez. Oysa doğru olan, “onurlu yaşam tarzını” kutsayabilmektir. İlki ölümcül bir bencillik içerir; ikincisi ise başkasına saygıyı, etiği, birlik duygusunu ve “iyi birey” olmayı içerir. Sadece yaşamı kutsarsanız, henüz tam adı konmamış sığ, kişisel ve basit çıkarları önceleyen; toplumsal menfaatleri görmezden gelen; gelecek planlaması olmayan; günü yaşayan; bencil bir “sistemsizlik ve kuralsızlık” üzerine kurulu ucube bir ekonomik modele sürüklenirsiniz. O kadar ucubedir ki isim bile koyamazsınız. Bu model de sizin tüm hayatınızı, hatta sizden sonrakilerin yaşamlarını felakete götürür.
Uzun yıllardır kadere dönüşen vahşi kapitalizm; kuralsızlaştırma, spekülatif sermayenin tahakkümü, derin gelir eşitsizliği ve devlet tabanlı sermaye birikimi gibi mekanizmalarla “servet transferini” olağanlaştırdı. Bu yıkıcı durumu konuşan var mı? Konuşan varsa da, kıymet verip dinleyen var mı? Sanayici yatırım yapamıyorsa; üç kuruşu olan, parasının değerini nasıl koruyacağını bilemiyorsa; ücretli çalışan, cebindeki paranın her gün eridiğine şaşıyorsa, bu olanların temel nedeni servet transferidir. Türkiye ekonomisinin ölçeği bellidir. Bugün servet transferinden yararlananların mutluluğunun da bir sonu olacaktır. Peki, o zaman bizi bekleyen gerçeklik nedir? Onu bu yazıda açmayacağım. Farkındalığı olanlar ve geleceği öngörebilenler için tablo yeterince nettir.
Dünya Bankası verilerine göre, Türkiye’de en zengin yüzde 20’lik kesimin gelirden aldığı pay, en yoksul yüzde 20’lik kesimin aldığı payın yaklaşık 8 katıdır. İşte size servet transferinin kabaca “matematiksel” göstergesi. Keşke bu transfer ülke içinde kalabilse. Brüt dış borç stoğunun GSYH’ye oranının yüzde 40’ları geçtiği bir ülkede servet transferi yalnızca üreticiden spekülatöre, sabit gelirliden sermaye sahibine akmaz; büyük bölümü de yerliden yabancıya akar. Zurnanın zırt dediği yer de tam burasıdır. Bugün servet transferinin “mutlu” kesimi de uzun vadede kaybetmeye mahkûmdur. Bugün “servet transferi” diye konuştuğumuz şey, yarın sınıfsal yıkıma, sonrasında da ülkesel çöküşe dönüşür. Toplumsal doku çözülür, etik değerler yitirilir, kavramların içi boşalır, emeğe ve üretime olan inanç kaybolur, demokratik kurumlar çöker.
Farkında mısınız? Yukarıda anlattıklarım, adeta avcı–toplayıcı bir toplum modeline doğru sürüklendiğimizi gösteriyor. Oysa bu sistem modern dünyada sürdürülebilir olmaktan çok uzak. Bu anlayış hüküm sürmeye başladıysa, ülkenin uzun vadeli üretim kapasitesini ve beşerî sermayesini hızla tüketme yoluna girmişsiniz demektir.
Çözüm, demokratik kurumların ayağa kaldırılmasında yatmaktadır. Bu kurumlar; hukuktan eğitime kadar tüm alanlarda, evrensel ilkelere ve liyakate dayalı biçimde yeniden yapılandırılmadan çöküş engellenemez. Bunu yapmak zor mu? Elbette kolay değil; ama imkânsız da değil. Örnek mi istiyorsunuz? Bakınız: I. İktisat Kongresi ve sonrasında Türkiye’nin yeni iktisat uygulamaları. Bakınız: Güney Kore’nin (Han Nehri Mucizesi) dönüşüm süreci. Bakınız: II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın yükselişi.
Sevgiyle Kalın…
H. Yücel KOÇ
1.Ekim.2025
Antalya