H. Yücel Koç
Rest
Çok iyi rest çektiğimizi düşünürüz. Restleşme bizi biz yapan ne varsa, hepsinin tam içinde. Geleneğimizin, genel kültür anlayışımızın, inançlarımızın, hatta genetik yapımızın içinde. Her alanda, herkese, her şeye kolaylıkla rest çekebiliriz. Çünkü kısasa kısası severiz, rövanşizme bayılırız. O kadar severiz ki, yerli yersiz kullanırız. Çok zaman restleştiğimiz kişi, şey bunun farkına bile varmaz. Evet “şey.” Cansız varlıklarla bile restleşebiliriz. Sonuçlarını ise hiç düşünmeyiz. Verebileceğimiz karşılığın ölçüsünü, şiddetini kendimiz bile tahmin edemeyiz. Bu his intikam, nefret, kin yüklüdür ve yaşanması mümkün mutlulukları, doğamadan katletme ustasıdır. Çoğu zaman tek taraflıdır. Bu tek taraflılık da iletişimi sakatlar. Kendimizi olumsuz hislerle doldurma hızımız ve potansiyelimiz ışık hızından fazladır. Üstte genetik yapımız dedim. Haksız mıyım? Bununla ilgili cam tavanlarımızı alçaltan meşhur atasözlerimiz, deyimlerimiz var. “Pireye kızıp yorgan yakmak.” “Ne kadar ekmek, o kadar köfte.” “Dişe diş, göze göz.” Bu tavrıyla tanınan şehrimiz var. Karşınızdaki o şehirdense, durup bir daha düşünürsünüz. Adı bende saklı.
Aslında ateşle oynarız da farkına varmayız. İntikam ateşi kör eder gözlerimizi. Kazananı olamayacağımız bir savaşa koşarız, doludizgin. Oysa kazan kazan ilkesine övgüler düzmez miyiz? Uzlaşmanın gerekliliğini, affedebilmenin yüceliğini anlatmaz mıyız? Başarıya, mutluluğa giden yolun bunlardan geçtiğini söylemez miyiz? Hayatı güzel kılan başarılar, mutluluklar değil midir?
İş hayatımız da restleşme üstüne kurulu. Başarısızlıkların altında restleşme kültürünün, hatta cehaletinin izlerini aramalıyız. İnanın bana öyle büyük yıkıcı etkisi var ki. Ama biz bu kültürü o kadar fazla hayatın olağanı gibi algılıyoruz ki, etkilerini düşünmeyi bile aklımızın ucundan geçirmiyoruz.
Çok yakın bir zamanda benim de yakından ilgilendiğim bir işletmede şahit olduğum bir olayı paylaşayım. İşletme daha önce benimle birlikte çalışmış birisini yönetici olarak işe aldı. Uzun zamandır işsizdi. Maddi, manevi sıkıntıları vardı. Uzun ve sıkıntılı işsizlik döneminin ardından işe dört elle sarıldı. İşler belli rutine oturduktan sonra, bu yöneticinin odağında olduğu istenmeyen problemler yaşanmaya başladı. Çalışanlar yöneticileri hakkında çok olumsuz konuşmaya başladılar. Söylentiler tüm işletmeye yayıldı. Sonunda üst yönetim söylentileri yöneticiye sordu. Yönetici akılcı ve net açıklamalar getiremedi. İşletmenin daha fazla zarar görmesini, tecrübeli bir yöneticinin de kaybedilmesini istemeyen yönetim 1 ara çözüm buldu. Yöneticiye iki hafta izin vererek, işletmeden bir süre uzaklaşmasını istedi. Bu süre zarfında da olayları tekrar düşünmesini, değerlendirmesini, kendisini toparlamasını ve işe daha sağlıklı bir psikolojiyle dönmesini istedi.
Yapılanlar için ne düşünürsünüz? Sanırım “yapıcı, çözüm odaklı, iyi niyetli bir yaklaşım” dersiniz. Ya da “ben olsam yapmazdım, çözüm olmaz” dersiniz. Bence üst yönetimin tavrı çok olumlu bir tavır. Şimdi bir soru daha, yöneticinin tepkisi ne olmuştur? Yönetici bu işe çok bozuldu. Tamam dedi ve önerildiği gibi izne ayrıldı. Ortak tanıdıklarımız yöneticinin küplere bindiğini ve bunun hesabını üst yönetime fazlasıyla soracağını çevresine anlattığını söylediler. Bunu çekinmeden, kendisine inanarak, yol açtığı olumsuzlukların sıradan şeyler olduğunu düşünerek söylüyordu.
Bu yöneticinin ortaya koyduğu tavırdan kim kazandı? Öncelikle kendisi kaybetti. O iş yerinde mutlu olma şansı yok. Her gün işe mutsuz gelecek, mutsuz dönecek. Hakkındaki şüpheler büyüdü. Yönetici olabilmenin muhtaç olduğu saygı ağır darbe aldı. Ya işletme? En çok da işletme kaybetti. İşletme, sonuçlarını tahmin edemediği bir tehditle yaşıyor. Hatırlarsanız; yönetici hesap soracağını söylüyordu. Üstelik tehdit, tehditleri bertaraf etmesi gereken bu yönetici kişiden gelebilir. Bunun hırsıza kasa anahtarını teslim etmekten farkı yok. İşletmenin karşı karşıya kalacağı potansiyel riskler artık daha fazla tehlike taşıyor. O yöneticiden verim almayı beklemek hayal olur. Kazananı olmayan bir restleşme. Ahmakça. İzin kararını veren ve yöneticiyi uyaran üst yönetimin bu restleşmeden haberi var mı? Yok.
Yine yakın zamanda karşılaştığım bir başka örnek. İşletmenin üst düzey bir yöneticisiyle ilgili. İşletme sahipleri ve üst düzey yönetici ücret konusunda bir orta noktada buluşamıyorlardı. Her iki taraf da restleştiler. Birbirlerinin restlerinin nedenlerini ve ayrıntılarını bilmediklerini ben çok iyi biliyorum ama onlar bilmiyorlardı. Sonuç? İşletme sahipleri, “giderse kendi bilir”, üst düzey çalışan da, “bu paraya bu iş bu kadar yapılır” düşüncesindeler. Sorun devam ediyor. İş sürüncemede. Her iki taraf da kaybetmeye devam ediyor. Ama asıl kaybeden işletme. İşletme verimliliğini yitirmekle kalmıyor, kültürüne de darbe alıyor. Üst düzey yönetici de kaybediyor ama bunun farkında değil. İtibar erozyonu yaşıyor, az ücret almaya devam ediyor, motivasyonunu ve referanslarını kaybediyor.
Kazan kazan iyidir. Sade ve kolaydır. Yeniden bir yöntem keşfetmeye, kişisel hırslarla kazanılabileceğine inanmaya gerek yok. Aslolan evrensel olanı seçmek, gerçekçi olmak, gereksiz duygulara esir olmamak. Çalışma hayatında restleşmek, kısasa kısası tercih etmek ilkel ve zor olan seçenek. Bile bile kaybetmek ise en kötüsü.
Aklın ışığında, hep kazanmanız ve mutlu olmanız dileğimle.