Dr. Taner Sarısoy
Anayasa Mahkemesinin Çok Önemli Bir Kararının İncelenmesi:
Ne Bis In Idem İlkesi
Türk yargı sistemi, adli yargı, idari yargı, anayasa yargısı ve uyuşmazlık yargısından oluşmaktadır. Anayasa yargısı, Anayasa Mahkemesi tarafından yürütülen norm denetimi, siyasi parti kapatma davaları, siyasi partilerin mali denetimi, insan hakları ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvuruların incelenmesi, yasama dokunulmazlığının kaldırılması ve milletvekilliğinin düşmesi işlerini içine alan bir yargılama türüdür. Ayrıca bu işlere ilaveten Uyuşmazlık Mahkemesinin başkanını seçmek ve Yüce Divan görevini icra etmek de Anayasa Mahkemesinin yaptığı işlerdendir.
Anayasa Mahkemesi (AYM), 1982 Anayasası’nda 146 ila 153’üncü maddeler arasında düzenlemiştir. Ancak, Anayasa’nın bazı maddelerinde değişiklik yapan 21/1/2017 tarih ve 6771 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un kabul edilmesiyle birlikte AYM’nin kuruluşu, görev ve yetkileri yeniden düzenlenmiştir. AYM Genel Kurulu, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün Anayasa’ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim ve savaş hâllerinde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin şekil ve esas bakımından Anayasa’ya aykırılığı iddiasıyla, AYM’ye dava açılamaz. Ayrıca usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası antlaşmalar hakkında da AYM’ye başvurulamaz.
Norm denetiminde “iptal davası” ve “itiraz yolu” olmak üzere iki tür başvuru usulü bulunmaktadır. İptal davası yoluna “soyut norm denetimi” itiraz yoluyla denetime ise “somut norm denetimi” de denilmektedir. Çünkü itiraz yolunda, başvuru konusu normun anayasaya uygunluğunun denetimi, görülmekte olan bir dava aracılığıyla gerçekleşmektedir. 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle AYM’ye bireysel başvuru yolu açılmıştır. 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren herkes, kamu gücünü kullanan kişi ve kurumların sebep olduğu hak ihlallerine karşı Anayasa’da ve Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden birinin ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye başvurabilmektedir.
1982 Anayasası’nın 152 ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40’ıncı maddesine göre bir davaya bakmakta olan mahkeme, o dava sebebiyle uygulanacak bir kanunun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görmesi halinde veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varması durumunda bu hükümlerin iptalleri için Anayasa Mahkemesine başvurmaya yetkilidir.
Bu yetki çerçevesinde İstanbul 7.Vergi Mahkemesi ve Bursa 17.Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 213 sayılı Vergi Usul Kanununun (VUK) 340’ıncı maddesinin, 359’uncu maddenin b fıkrasının ve son paragrafının ve 367’nci maddenin beşinci ve altıncı fıkralarının 1982 Anayasası’nın 2, 11 ve 90’ıncı maddelerine aykırılığı iddia edilerek “iptallerine karar” verilmesi talep edilmiştir.
Bu şekilde yapılan başvuru nedeniyle verilen AYM’nin 9 Mart 2022 tarihli Resmi Gazete’nin 31773. sayısında yer alan 4 Kasım 2021 tarihli, 2019/4 Esas ve 2021/78 sayılı Kararı özellikle üzerinde durulması gereken bazı değerlendirmeler içermesi bakımından yazımıza konu olmuştur. Kararda zikredilen değerlendirmelerin önümüzdeki aylarda vergi kaçakçılık suçu ve cezasında bazı önemli değişikliklerin yapılmasını zorunlu kılacak olması nedeniyle kararın dikkat çekici kısımlarına vurgu yapılması gerektiği düşünülmüştür. Bu minvalde yazımızda bu hususlara değinilecektir.
I-Anayasa Mahkemesine İptal Edilmesi İçin Başvurulan 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun İlgili Maddelerinde Neler Düzenlenmektedir?
İptal talebi ile AYM’ye yapılan başvuruda Anayasaya aykırı olduğu iddia edilen maddeler 213 sayılı VUK’da yer almaktadır. Bu maddeler; 340, 359/b ve 359/son paragraf ve 367/5 ve 6’ncı fıkralarıdır. Şimdi bu maddelere ve iptali istenen fıkra ve paragraflara yakından bakalım.
213 sayılı VUK’un 340’ıncı maddesi şu şekildedir:
“Suçlarda Birleşme:
Madde 340-Bu kanunda yazılı vergi ziyaı cezası ve usulsüzlük cezaları ile 359’uncu maddede ve diğer kanunlarda yazılı cezalar; içtima ve tekerrür hükümleri bakımından birleştirilemez.
Bu Kanunla vergi cezasiyle cezalandırılan fiiller, aynı zamanda 359’uncu maddeye göre suç teşkil ettiği takdirde vergi cezası kesilmesi söz konusu madde hükmüne göre takibat yapılmasına engel olmaz.”
213 sayılı VUK’un 359’uncu maddesi son paragrafı şu şekildedir:
“…
Kaçakçılık suçlarını işleyenler hakkında bu maddede yazılı cezaların uygulanması 344’üncü maddede yazılı vergi ziyaı cezasının ayrıca uygulanmasına engel teşkil etmez.”
213 sayılı VUK’un 367/5 ve 6.fıkraları şu şekildedir:
“…
359 uncu maddede yazılı suçlardan dolayı cezaya hükmedilmesi, vergi ziyaı cezası veya usulsüzlük cezalarının ayrıca uygulanmasına engel teşkil etmez.
Ceza mahkemesi kararları, bu Kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu makam ve mercilerce verilecek kararlar da ceza hakimini bağlamaz.”
AYM’nin itiraza konu madde hükümlerini açıklarken çok önemli değerlendirmeleri olmuştur. Bunların bazıları ilk defa bu kararda yer aldığından aşağıda ayrıca değerlendirilecektir.
II-Kararda Dikkat Çeken Hususlar
a-Non Bis In Idem İlkesi Bakımından Kararda Neler Söylenmektedir?
Aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi olarak da bilinen ne (non) bis in idem ilkesi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) Ek 7 No.lu Protokolünün 4’üncü maddesinde yer alan bir haktır. Ayrı bir hak olarak protokol ile getirilmiş olmakla birlikte bu hak AİHS’in 6’ncı maddesinde yer alan adil yargılanma hakkı ile bağlantılıdır. Türkiye bu protokolü 2016 yılında imzalamış ve protokol ile ilgili prosedür tamamlanarak Türkiye açısından bağlayıcı hale gelmiştir. Bu açıdan 1982 Anayasası’nın 90’ıncı maddesi gereğince protokolde yer alan düzenlemeler Türkiye’nin taraf ülke olması hasebiyle uyulması zorunlu düzenlemeler olarak dikkate alınmak zorundadır. Dolayısıyla AİHS ile bu Sözleşmede yer alan temel haklar ve özgürlüklere ilişkin olay ve olgularda yorumları ile katkı sağlayan ve içtihat oluşturan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) de kararlarını dikkate almak zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan AYM’nin AİHS’e taraf bir ülke olarak Türkiye’nin en son imzaladığı Ek 7 No.lu Protokol’de yer alan bu ilkeyi nasıl yorumladığı çok önemlidir. Burada iki husus öne çıkmaktadır. Birincisi, ilkeye aykırılık teşkil eden düzenlemeler söz konusu olduğunda AYM bu sorunu nasıl çözecektir? İkincisi ise Sözleşme ve Protokolde yer alan düzenlemeleri doğrudan doğruya “ölçü norm” olarak mı alacak yoksa “destek norm” olarak mı dikkate alacaktır. Kararda özellikle bu iki konunun cevabı aranmıştır.
AYM ilkeyi önceleri hukuk devleti ilkesinin temel ilkelerinden biri sayarken son kararlarına uygun olarak bu kararında da AİHM’in kararlarına paralel bir şekilde 1982 Anayasası’nın 36’ncı maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak görmüştür. O halde ne bis in idem ilkesi doğrudan Anayasa’da yer almasa da Anayasa’nın 36’ncı maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının içerisinde değerlendirilerek anayasal bir ilke konumuna sokulmuş olmaktadır. AYM ilkeye ilişkin açıklamalarında AİHM’in kararlarını ve Sözleşme hükümlerini doğrudan doğruya almamakta ancak bahse konu metinleri ve AİHM kararlarını kendi özerk yorumuna referans olarak almaktadır.
AYM, konuya ilişkin uluslararası belgeleri de dikkate alarak aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesini şu şekilde tarif etmektedir:
“Hiç kimse, ceza yargılamasında kesin/kesinleşmiş bir hükümle mahkum edildiği ya da beraat ettiği bir fiilden dolayı ceza yargılaması kapsamında yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz.” Bu tarife göre ilkeye aykırılıktan bahsedilebilmesi için gerçekleşmesi gereken bazı koşullar vardır. Bu koşullar AYM tarafından şu şekilde ortaya konulmaktadır:
-Ceza ile ilgili bir yargılama sürecinin olması.
-Bu sürecin kesin/kesinleşmiş mahkumiyet veya beraat hükmüyle sonuçlanmış olması.
-Tekrar (yeniden) ceza ile ilgili bir yargılanma sürecinin işletilmesi.
-Farklı yargılama süreçlerinin aynı fiile ilişkin olması.
-İlkenin istisnalarından birinin olmaması.
Bu tanım ve ilkenin geçerli olabilmesi için gereken koşullar AİHM kararlarında ortaya konan tarif ve koşullarla paralellik arz etmektedir. AYM bu kararında özellikle şunu birkaç yerde vurgulamıştır. AYM’ye göre ilkeye ilişkin koşulların AYM tarafından “özerk” olarak yorumlanması gerekmektedir. AYM, ilkeye ilişkin koşuları aynı anlayış ve bakış açısı çerçevesinde AİHM kararlarından yararlanarak özerk bir yorum ile şu şekilde açıklamıştır:
İlk olarak idari vergi cezaları da adli cezalar gibi ceza kavramı içerisinde değerlendirilmiş dolayısıyla vergi mahkemesinde yürütülen yargılama da ceza yargılaması olarak kabul edilmiştir. Bu karar AİHM’in içtihatlarına uygundur. Keza AİHM idari vergi cezalarını idari yaptırım olarak değil eğer caydırıcılık ve cezalandırma özelliklerini haiz ise “ceza yaptırımı” olarak değerlendirmektedir. Bu nitelendirme yapıldığında aynı fiil nedeniyle işlenen vergi kabahatleri ve vergi suçlarına ilişkin birden fazla yürütülen davalar ceza davaları olarak kabul edileceği için bu davalardan biri için karar verilip kesinleştiğinde devam eden diğer dava için ilke ihlal edilmiş olacaktır. Buna göre AYM’nin idari vergi cezalarını ceza mahiyetinde tanımlayarak içtihat oluşturması önemlidir. Bu şekilde ilkeye işlerlik kazandırılarak vergi cezalarını düzenleyen kanunların ilkeye aykırı olması durumunda iptali söz konusu olabilecektir. İtiraza konu yukarıda bahsedilen madde hükümleri bu nedenle ilkeye aykırı olup olmadığı yönünden incelenmiş ve 213 sayılı VUK’un 340 ve 359’uncu maddelerinde yer alan düzenlemeler ilkeye aykırı bulunmamıştır. Ancak 213 sayılı VUK’un 367/6.fıkrası hükmü ilkeye aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
İkinci koşul bakımından mahkumiyet ya da beraat hükmünden ne anlaşılması gerektiği AYM tarafından yine “özerk” olarak yorumlanmıştır. AYM ceza olarak nitelendirilen bir yaptırıma ilişkin yargılamada delillerin değerlendirilmesi ve olguların tespiti sonrası kişinin ilgili suçu işlediği ya da işlemediği yönünden değerlendirme içeren bir kararın aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi anlamında mahkumiyet ya da beraat kararı olarak nitelendirilmesi gerektiğine karar vermiştir. Bu itibarla zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi veya kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin bir karar verilmesi durumu bu ilkede geçen beraat kararı olarak nitelendirilemeyeceğini söylemiştir. Örneğin bu anlamda mükellef hakkında düzenlenen vergi inceleme raporunda yer alan fiil nedeniyle ziyaa uğratılan vergi için öngörülen zamanaşımı süresi geçirilmişse mükellef hakkında açılan vergi davası düşecektir. Ancak vergi suçu nedeniyle Asliye Ceza Mahkemesinde devam eden dava vergi mahkemesinde herhangi bir yargılama yapılmamış olduğundan mükerrer yargılama olarak değerlendirilip ilkeye aykırılık vardır, denilemeyecektir. Aynı şekilde vergi inceleme raporu dayanak gösterilerek yapılan tarhiyat için vergi mahkemesine dava açılmış ise ve aynı fiil nedeniyle işlenen vergi kaçakçılık suçu nedeniyle de yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına vergi suçu raporu ve mütalaa gönderilmiş ancak Başsavcılık makamı kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş ise yine bu durumda da vergi mahkemesinde yürütülen dava için; ‘Asliye Ceza Mahkemesinde açılan dava savcı tarafından sonuçlandırıldı, bu devam eden dava mükerrer davadır’ denilip işlemin ilkeye aykırılığı iddia edilemeyecektir. Çünkü ortada ilkenin şartları anlamında beraat veya mahkumiyet kararı yoktur. AYM ilkede geçen kesin olma/kesinleşme kavramlarını da “özerk” olarak yorumlamıştır. AYM’ye göre bu kavramlardan anlaşılması gereken ilgili kararın kanun yolu öngörülmemesi nedeniyle verildiği anda kesin olması veya olağan kanun yolları tüketilerek ya da bunlara başvuru için öngörülmüş sürelerde başvuru yapılmadan geçirilerek kesinleşmiş olmasıdır.
Üçüncü koşul bakımından AYM farklı bir yorum getirmiştir. Mahkeme “iki kere cezalandırma” ve “tekrar (yeniden) cezalandırma” kavramları arasındaki farka dikkat çekmiştir. Bu minvalde Mahkeme ilkenin bir kişiye aynı fiilden dolayı iki kere ceza verilmemesini değil kişinin aynı fiilden dolayı tekrar (yeniden) yargılanmaması ve bu yargılamaya bağlı olarak cezalandırılmaması gerektiğini ifade ettiğini söylemektedir. Dolayısıyla kişinin aynı fiilden dolayı aynı yargılama süreci içinde birden fazla yaptırıma maruz kalması tek başına ilkeyi zedelemeyebilir, demiştir. Zira bu durumda Mahkemeye göre ortada ceza ile ilgili birden fazla süreç bulunmamaktadır. Bu hususu daha açık ifade edecek olursak örneğin vergi mahkemesinde aynı fiil nedeniyle hem ek vergi tarhiyatı hem usulsüzlük cezaları hem de vergi ziyaı cezası nedeniyle birden fazla yaptırıma maruz kalınmış olması AYM’ye göre ne bis in idem ilkesine aykırı değildir.
Dördüncü koşul bakımından aranması gereken AYM’ye göre de aynı suç değil aynı fiil’dir. Her ne kadar AİHS’nin Ek 7 No.lu Protokolünün başlığında ve içeriğinde aynı suç kavramı kullanılıyor olsa da gerek AYM gerekse AİHM kararlarında suçların aynı olup olmadığına değil fiillerin aynı fiil olup olmadığına bakılmaktadır. Nitekim aynı fiil’den bahsedebilmek için birden fazla takibat ya da cezaya kaynaklık eden olguların bire bir aynı veya maddi olarak (büyük ölçüde) aynı olgular olması ve aynı zamanda ve mekanda gerçekleşmesi gerekmektedir.
Yukarıda zikredilen koşulların birlikte gerçekleşmesi durumunda ilkeye aykırılık durumu ortaya çıkmaktadır. Ancak AİHS Ek 7 No.lu Protokolün 4’üncü maddesinde istisna teşkil eden bazı durumlardan da bahsedilmektedir. Dolayısıyla ilkeye ilişkin yorumlarda bu istisna durumların da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu istisnalardan ilk ikisini Türk hukukunda ve kanunlarda kabul edilen “yeni delil ortaya çıkması” ve “davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı” oluşturmaktadır. Üçüncü istisna ise AİHM içtihatları ile geliştirilen (şeklen birden fazla olsalar bile) cezaya ilişkin süreçlerin bir bütünün parçaları olacak şekilde bağlantılı bir biçimde yürütülmesidir.
Bu bahsedilen üçüncü istisna AİHM Norveç yargı sistemini incelerken ortaya çıkmıştır. Bu istisnai duruma ilişkin olarak özellikle aynı fiile ilişkin farklı hukuk disiplinleri kapsamında yürütülen cezaya ilişkin süreçler bağlamında şu ölçütlerin dikkate alınması gerekmektedir:
-Birden fazla sürecin hukuka aykırı aynı fiilin farklı yönlerini ele almak üzere birbirini tamamlayıcı farklı amaçlar takip edip etmediği,
-Aynı fiile ilişkin birden fazla sürecin yürütülebileceğinin öngörülebilir olup olmadığı,
-Birden fazla süreç arasında mümkün olduğunca delillerin toplanması ve değerlendirilmesi ile olguların tespitinde yeterli etkileşim sağlanıp sağlanmadığı, bu kapsamda birden fazla bağımsız süreç yürütüldüğü izlenimi verecek şekilde herhangi bir tekrarın oluşmasından kaçınılıp kaçınılmadığı, özellikle farklı yetkili makamlar tarafından bir süreçte tespit edilen olguların diğer süreçte de kullanılmasında özen gösterilip gösterilmediği,
-Kişilerin, haklarında yürütülen birden fazla süreç sonunda tek bir süreç yürütülmüş olsaydı karşılaşacakları külfete göre aşırı bir külfet yüklenmesini önlemek için ilk olarak kesinleşen süreçte uygulanan yaptırımın sonradan kesinleşende dikkate alınıp alınmadığı,
-Yukarıda unsurlarına yer verilen maddi yönden bağlantının sağlanması halinde her iki sürecin zaman yönünden de bağlantılı olup olmadığına bakılması ve bu bağlamda bir sürecin diğer sürecin tamamlanmasından sonra makul bir süre içerisinde sonlandırılıp sonlandırılmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Burada yer alan değerlendirmelerden anlaşıldığı üzere ne bis in idem ilkesi ile ilgili AYM tarafından özerk yorum ve açıklamalarında doğrudan doğruya AİHS hükümleri ve AİHM içtihatları dikkate alınmıştır.
İtiraza konu olayda 213 sayılı VUK’ta yer alan kurallar ile aynı fiilin hem suç hem de kabahat olarak nitelendirilmesi nedeniyle vergi mükelleflerine idari nitelikli vergi cezası yaptırımının yanı sıra adli nitelikli hürriyeti bağlayıcı cezanın uygulanabildiği, bu yaptırımlara ilişkin davalardan birinin vergi mahkemesinde diğerinin ise ceza mahkemesinde yürütülüp farklı yargılama usullerine tabi olduğu, anılan mahkemeler arasında herhangi bir etkileşimin olmadığı, bu nedenle aynı fiilden kaynaklanan yargılamalar sonucunda verilen kararların birbiriyle çelişmeleri halinde dahi geçerli olduğu, bu durumun hukuki güvenlik ilkesi ile bağdaşmadığı belirtilerek Anayasa’nın 2, 11 ve 90’ıncı maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Konu (213 sayılı VUK’un 367/6.fıkrasının ilkeye aykırılığı iddiası) ne bis in idem ilkesi bağlamında değerlendirilmiş ve yukarıda bahsedilen kavram ve koşullar işlenerek AYM tarafından değerlendirilmiştir. AYM bağlantılı fiillerle işlenen vergi kaçakçılık suçu ile vergi kabahatlerine ilişkin yargılama/cezalandırma süreçleri arasında bağlantı kurulmasına engel olan kuralın adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelere (hukuki güvenlik ve belirlilik) aykırılık oluşturabileceğine ve bu nedenle iptal edilmesi gerektiğine karar vermiştir.
b-Hangi Maddenin Hangi Fıkrası Anayasaya Aykırı Bulunmuştur?
AYM, 340 ve 359’uncu maddelerde yer alan itiraza konu hükümleri Anayasa’ya uygun bulmuştur. Ancak AYM, itiraza konu olan 367’nci maddenin son fıkrasını (6.paragraf) Anayasa’ya aykırı bulmuş ve iptal edilmesi gerektiğine karar vermiştir. Dolayısıyla Ceza mahkemesi kararları, bu Kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu makam ve mercilerce verilecek kararlar da ceza hakimini bağlamaz, hükmü artık maddede yer almayacaktır, iptal edilmiştir.
c-Bu Karardan Sonra Ne Olacak?
Bu madde hükmü kaldırıldığına göre bundan sonra uygulama nasıl olacak? Yeni bir düzenleme mi yapılacak, yoksa mevcut düzenlemeler yeterli mi sayılacak? AY md.153/3’de belirtildiği üzere, AYM’ce Anayasaya aykırı olduğundan iptaline karar verilen kanun veya İçtüzük veya bunların iptal edilen hükümleri, gerekçeli kararın Resmi Gazete’de yayımlandığı gün yürürlükten kalkmaktadır. Dolayısıyla vergi kaçakçılığı suçu ve vergi kabahatlerine ilişkin yargılama/cezalandırma süreçlerinin birbirinden tamamen bağımsız yürütülmesine imkan sağlayan hüküm kaldırılmış ve süreçlerin bir bütünün parçası olacak biçimde bağlantılı olarak yürütülmesini sağlamaya imkan tanınmıştır. Mevcut düzenlemeler çerçevesinde vergi mahkemesi kararları bekletici sorun sayılarak ceza mahkemeleri vergi mahkemelerinin kararlarını bekleyebilir. Ancak bu husus ceza hakiminin inisiyatifine bırakılmıştır (Ceza Muhakemesi Kanunu md.218). Dolayısıyla ya yeni düzenlemeler ile ceza mahkemeleri ile vergi mahkemeleri arasında etkileşim zorunlu hale getirilecek ve bu şekilde ne bis in idem ilkesine aykırılık teşkil eden durumların ortaya çıkması engellenecek ya da mevcut düzenlemelerde ceza mahkemesinin vergi mahkemesi kararlarını bekletici sorun sayması konusunda ceza hakimlerinin inisiyatif kullanmaları beklenecektir.
Sonuç ve Değerlendirme
AYM bu kararında AİHS’de yer alan ne bis in idem ilkesi ile ilgili kavramları ve koşulları özerk bir şekilde yorumlaması gerektiğini ancak bunu yaparken Sözleşme hükümlerini ve AİHM’in içtihatlarını da dikkate alması gerektiğini söylemektedir. AYM esas olarak Sözleşmedeki kavramları ve koşulları tanımlarken özerk yorum yapmak gerektiğini birkaç yerde vurgulamıştır. Bu çerçevede çoğu yerde Sözleşme hükümlerini “destek norm” olarak almıştır. Bu bakımdan AYM’nin bu son kararı ne bis in idem ilkesi hakkında AİHM’in güncel kararlarıyla örtüşmektedir. Sonuç olarak eğer bağlantılı fiille işlenen vergi kabahat ve suçları ile ilgili uyuşmazlıklarda, bireysel başvuruların artması istenmiyorsa, ne bis in idem ilkesine aykırılık teşkil eden düzenlemelerin ilke ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir. (Kaynakça: AYM, 2019/4 E., 2021/78 K., RG:09/03/2022, Sayı:31773, https://taa.gov.tr).