H. Yücel Koç
Mavi Yaka Mutsuzluğu
Çok deneyimli bir psikiyatrist arkadaşım, “Elimde olsa şebeke suyuna antidepresan karıştırırdım” demişti. Çok gülmüştük, ağlanacak halimize. İçinde yaşadığımız dönem tam bir belirsizlik çukuru. Belirsizlik, ön görememezlik insanların kaygı
eviyelerini artırıyor. Yüksek kaygı da hem akıl sağlığını hem de beden sağlığını bozuyor. İnsanların hayatla uyumlu bir denge kurmalarını engelliyor.
HiDoctor ve Deloitte geride bıraktığımız yıl çalışanlar üzerinde akıl sağlığına ilişkin bir çalışma yapmış. Çalışmaya göre her iki çalışandan birisinin akıl sağlığı sorunlu. Evet, doğru yazdım. Çalışanların yüzde ellisi akıl sorunlarıyla baş etmeye çalışıyor. Bana göre biraz ihtiyatlı davranmışlar. Nedenlerine girmeye kalkarsak konu, tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan konusuna döner. Ama durum vahim ötesi. Bu durumu da aslında hepimiz biliyoruz, bilmekten öte içinde yaşıyoruz, mücadele ediyoruz.
Çalışma, çalışanlar arasında en mutsuz kesimlerin sanayi sektörü çalışanları, mavi yaka çalışanları, 18-24 yaş arazı Z kuşağı çalışanları ve emeklilik sonrası çalışmaya devam eden çalışanlar olduğunu ortaya koyuyor. Bu sonuç sizler için şaşırtıcı olmayabilir. Ama bazı detaylar enteresan.
Mavi yaka çalışanların farkındalık düzeyleri bu detaylardan birisi. Hissedilen mutlulukla ölçümlenen mutluluk arasında %44,4 fark var. İnsanlara mutlu olup olmadıkları sorulduğunda, insanların %58’i mutlu olduğunu ifade ediyor. Derinlere inilip ölçüm yapıldığında ise bu oranın %13,6 olduğu ortaya çıkıyor.
İşin özü, çalışan mutlu mu mutsuz mu olduğunun farkına varmakta zorlanıyor. Bu sonucun çıkmasında elbette onlarca sebebin etkisi var.
Çalışanın edindiği kaliteli eğitim seviyesi oldukça düşük.
Değerli uzmanlaşma bilinçsiz, sistemsiz.
Okuduğunu, dinlediğini, gördüğünü anlama seviyesi de pek parlak değil.
Bunların tamamı ülke sorunu. Bu sorunların yarattığı farkındalık problemi üretime direk yansıyor. İş verimini ciddi oranda düşürüyor. Deloitte’un küresel ölçekte yapılan başka bir çalışmasına göre anksiyete ve depresyon nedeniyle iş hayatı, her yıl 12 milyar iş gününü kaybediyor. Bu kaybın parasal değerinin bir trilyon USD olduğu tahmin ediliyor.
Bu mutsuzluğu minimize etmek, dolayısıyla verimi artırmak için neler yapabiliriz? Sanırım işin en önemli kısmı öncelikle etkili iletişim ve kaliteli, hedefe dönük, geleceği öngören eğitim anlayışı. Yönetenlerin etkili iletişim konusunu ciddiye almaları ve bunu özümseyerek uygulamaları hayati önemde bir konu. Eğitim konusu ise ülke meselesi. Dünyada ve geçmişte bizde de örnekleri, uygulamaları var. Yeni bir yol keşfetmeye ihtiyaç yok.
Geçtiğimiz hafta çalışanına saygı duyan, çalışanlarıyla var olduğuna inanan bir fabrikada yaşananları örnek olarak anlatmalıyım. Kriz, yeni yılda uygulanacak yan hakların çalışanlara duyurulmasıyla ortaya çıktı. Çalışanlara verilecek yan haklar günün şartlarına göre çeşitlendirildi. İşçilerin gerçek kazanımlarında da artışa gidildi. Ama mavi yaka çalışanlar bu değişimleri büyük bir tepkiyle karşıladılar. Hatta şirketin düzenlediği yeni yıl kutlamasına katılmayacaklarını söylediler. Haklarının geriye gittiğini düşündüler. Çalışan hakları için samimiyetle çaba harcadıklarına gönülden inandığım şirket yöneticileri yaşananlardan kırıldılar ve “ne yapsak yaranamıyoruz” duygusuna kapıldılar. Örneğin çalışanlar yeni yan haklardan birisi olan tamamlayıcı sağlık sigortasının maliyetinin kendilerine yükleneceğini düşündüler. Oysaki bu tamamen işverenin katlanacağı yeni bir maliyetti. Bayramlar ve yeni yılda aldıkları ikramiyelerin artışlarını yeterli bulmadılar. Bu örnekte yaşananlar gittikçe zorlaşan ekonomik koşulların mavi yakayı nasıl daha fazla mutsuz hale getirdiğini gösteriyor. Maalesef çıkmaz, mavi yakalar için de, işverenler için de büyüyor. İşveren krizin ardından, yöneticilere “işçinin her zaman olduğu gibi, yine cebine giren paraya baktığı” gerçeğiyle yüzleştiklerini söyledi. Ülke gerçeği buydu. Neyse ki çalışanlarla bir uzlaşma zemini bulundu. Yanlış anlaşılmalar giderildi. Şimdilik mutluluk tesis edildi.
Ama gerçekten görünen gerçekler her zaman doğru ve sürdürülebilir midir? Otuz yıl öncenin gerçeği, bugünün gerçeği olmayı sürdürebilir mi? Bizim gibi ülkelerde bu soruların cevapları hiç de kolay değil. Ama bir gerçek var ki değişimi yakalayamazsak rekabet gücümüzü kaybedeceğiz. Yeni şeyler söyleyemezsek, eskiler katman katman bir toprak örtüsü gibi üstümüzü örtecek ve bizi, geleceğimizi tarihe gömecek. Savaşların tankla, tüfekle yapıldığına inanmaya devam eden akıllar her zaman yenilmeye mahkumdur.
H. Yücel KOÇ
2.Ocak.2024
MERSİN