H. Yücel Koç
İdare-i Maslahat
Kanuni Sultan Süleyman’ın, devletin gidişatıyla ilgili tereddütleri vardır. Çok inanıp, güvendiği süt kardeşi, dönemin büyük âlimi Yahya Efendi’ye bir mektup yazar. Bir devlet hangi halde zor duruma düşer? Devletim bir gün çöker, yıkılır mı? Sen bilirsin. Beni aydınlat, der. Yahya Efendi Padişah’ın mektubuna bir tek cümleyle cevap verir: “Neme lazım be Sultanım!” Padişah bu cevaptan hiç bir şey anlamaz. Yahya Efendi’ye tekrar cevap yazar. “Beni ciddiye almaz, geçiştirir misin?” Yahya Efendi der. Yahya Efendi Padişah’a “Sultanım sizi geçiştirmek mümkün mü, mektubunuz üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi bildirdim.” şeklinde yazar. Padişah cevaptan mutlu olmaz ve Yahya Efendi’yi ziyarete gider. Kanuni “Neme lazım be Sultanım, beni bu işlere karıştırma mı demektir, Yahya efendi?” diye sorar. Yahya Efendi cevap verir : “Bir devlette zulüm, haksızlık yayılır, görenler, duyanlar da “neme lazım” deyip görmezden, duymazdan gelirlerse, koyunları kurtlar değil, çobanlar yer bunu bilenler de susarsa, kimsesizlerin, yoksulların, muhtaçların feryadı göklere çıkar, bu feryatları da sadece taşlar duyarsa işte o zaman devletin sonu gelir. Sonra devletin hazinesi boşalır, halkın Sultan’a ve yönetenlerine güveni kalmaz, asayiş son bulur, çöküş gelir.”
Padişah “neme lazım be Sultanım” ne demek anlar. Üzüntüyle Yahya Efendi’ye hak verir.
Alim Yahya Efendi’nin anlatmak istediği şeyin özeti “idare-i maslahat” tamlamasının açılımı aslında. Maslahat kelimesi geniş açılımıyla faydalı olanı elde edip, zararı olanı da defetmek anlamındadır. Bu kelime kamu yararı, sulh yolu, iyilik yolu anlamlarında da kullanılmış. Özde iyi şeyleri içeren bir tamlama. Ama sonrasında özellikle devlet yönetiminde yaşanan olumsuzluklar bu tamlamaya farklı anlamlar yüklemiş. Zaman içinde günü kurtarma, bana değmeyen yılan bin yaşasın, suya sabuna dokunmama, nabza göre şerbet verebilme, bugünü halledelim yarın Allah kerim, işi bil ama işe gitme, kimin kayığına biniyorsan onun küreğini çek, aman ağzımızın tadı kaçmasın, gereğini değil olurunu yapmak, -mış gibi yapmak anlamalarını da bünyesinde taşır hale gelmiş. Kanıksanmış ve içselleştirilmiş. Kamudan çıkmış, kamu dışı iş yaşamına, özel yaşama bile kâbus gibi çökmüş.
Hadi çevrenizdeki idare-i maslahatçıları ve onların etkisiyle çözümsüz hale gelen işleri düşünün. Hiç az değil, değil mi? O kadar çoklar ki ve onlardan o kadar çok çekiyoruz ki. Kanıksayacak kadar alıştık onlara. Amaçsız bir buldozer gibi önlerine ne gelirse ezip, yok edip geçiyorlar. Büyük işler yapıyorlarmış edasıyla. Ömürlerimizi tüketiyorlar.
Bu insanlar ikiyüzlü ve çıkarcı insanlar. Hayata bakış açılarının merkezinde kendi çıkarlarına verdikleri muhteşem değer geliyor. En basit çıkarları için bile bir pireye yorgan yakabilirler. Yeter ki yorgan başkasının olsun. İçinde yer aldıkları iş onlara menfaat sağlıyorsa kıymetlidir. Bütün insanlığı kurtarsa onlar için anlamsızdır.
Bu hastalığa düşenlere dikkat edin. Hepsi birbirlerine benzerler. Maalesef hızla çevrelerindeki doğru insanlara da hastalıklarını yayarlar. Eski hukuk anlayışında bir kural vardı. Kural kısaca der ki, bir suç bir toplumda yaygın hale gelmişse o suç suç olmaktan çıkar. Yani bir toplumda yaşayanların %90’ı hırsızsa o toplumda hırsızlık suç sayılmaz. Biz de bu eski hukuk kuralını farkına varmadan özümsemiş olabilir miyiz?
Lütfen bu hastalığın farkındalığına varın. Çevrenizde sorumlulukların ve yetkilerin doğru dağıtıldığına emin olun. Denetim ve hesap sorma sistemini gerektiği şekilde işletin. Verimlilik analizi ve sürdürülebilirliğinden taviz vermeyin. Çevrenizdekiler durmaksızın sizi övüyor ve kendi dışında herkesten, her şeyden şikâyet ediyorsa, onlardan uzak durun.
Verimli Günler Dileklerimle…