M. Göker Sarp
Dijital Dünyanın Yeni Oyuncuları: “Citizen Developer’lar”
Kurumsal yazılım dünyasında uzun yıllar boyunca değişmeyen bir gerçek vardı: yazılım geliştirme yalnızca bilgi teknolojileri ekiplerinin elindeydi. Süreç sahipleri ihtiyaçlarını dile getirir, talepler uzun listelerde sıraya girer ve çoğu zaman aylar sonra sonuç alınabilirdi. Bu model, iş dünyasının hızına ayak uydurmakta zorlanıyordu. Bugünse bambaşka bir tabloyla karşı karşıyayız. Artık süreç sahipleri yalnızca talep eden değil, bizzat çözüm üreten aktörlere dönüşüyor. Kurumların dönüşüm yolculuğunda adı konulan yeni dönem, “citizen developer” dönemi.
Citizen developer kavramı, yazılım geliştirme eğitimi almamış ama süreçlerini iyi bilen çalışanların, kendi departmanlarındaki sorunlara dijital çözümler üretebilmesini ifade ediyor. Bir bakıma yazılım geliştirme demokratikleşiyor. İşin en kritik tarafı ise bu kişilerin ürettikleri uygulamaların, doğrudan sahada yaşanan sorunlardan beslenmesi. Yani masa başında değil, işin kalbinde filizlenen çözümlerden söz ediyoruz.
Bu dönüşümün ardında üç dinamik var. Birincisi, değişimin hızı. Müşteri talepleri, tedarik zincirleri, yasal düzenlemeler sürekli değişiyor. Geleneksel yöntemlerle buna yetişmek mümkün değil. İkincisi, iş birimlerinin teknolojiyle kurduğu yakınlık. Artık süreç sahipleri sadece kullanıcı değil; kendi iş akışlarını dijital araçlarla modelleyen kişiler. Üçüncüsü ise, kurumların inovasyonu tabana yayma ihtiyacı. Sadece BT ekiplerine yüklenen sorumluluk, sürdürülebilir değil.
Tabii bu tablo beraberinde bazı riskleri de getiriyor. Güvenlik başta geliyor. Yanlış yapılandırılmış bir citizen developer uygulaması, kurumun en zayıf halkası olabilir. Veri gizliliği, yetkilendirme, şifreleme gibi konular kişisel inisiyatiflere bırakılamaz. Ana veri yönetimi de kritik. Eğer geliştirilen uygulamalar kurumsal ana veriyle uyumlu değilse, aynı müşteri farklı isimlerle kaydedilebilir, aynı ürün farklı kodlarla takip edilebilir. Bu, dijitalleşme yerine veri kaosuna yol açar. Bir diğer mesele ise entegrasyon. Bağımsız çözümler kısa vadede fayda sağlar ama uzun vadede yeni veri siloları doğurur. Kurumların ihtiyacı, bütünleşik bir dijital ekosistemdir.
İşte tam bu noktada yönetişim devreye giriyor. Citizen developer yaklaşımı özgürlük ve hız getirir ama kontrol kaybı tehlikesini de beraberinde taşır. Bu yüzden kurumların dengeli bir model kurması şart. Geliştirilen uygulamalar belirli bir onay ve yayın sürecinden geçmeli, şeffaf bir envanterde kayıt altına alınmalı ve mükerrer çözümler önlenmeli. Eğitim ve sertifikasyon da önemli; süreç sahipleri sorumluluğu da üstlenmeli.
Peki araştırmalar bu konuda ne söylüyor? Son dönemde yapılan çalışmalar bu dönüşümün tesadüfi değil, kalıcı olduğunu ortaya koyuyor. 2024’te yayımlanan bir literatür incelemesi, citizen developer başarısının bireysel, örgütsel ve teknolojik faktörlere bağlı olduğunu vurguluyor. Bir başka çalışma, bu kişilerin etkinliğini artıran en önemli unsurun liderlik desteği olduğunu ortaya koyuyor. Dahası, “Center of Excellence” gibi kurum içi rehberlik yapılarının citizen developer girişimlerini çok daha sürdürülebilir hale getirdiği görülüyor. Risk yönetimi tarafında ise yeni kavramlar öne çıkıyor: adaptive governance. Yani kurumların değişime uyum sağlayacak, esnek ama denetimli bir yönetişim modeline ihtiyaç duyduğu artık kabul gören bir gerçek. Bu noktada “fusion team” kavramı da öne çıkıyor: iş biriminden gelen citizen developer’lar ile BT’nin uzmanlığı bir araya geliyor ve güvenlik, entegrasyon, veri kalitesi gibi kritik konular kontrol altında tutuluyor.
Geleceğe baktığımızda, citizen developer rolünün yalnızca küçük uygulamalarla sınırlı kalmayacağını söylemek mümkün. Yapay zekâ ve otomasyonun devreye girmesiyle bu kişiler, karar destek sistemleri, öngörüsel analizler ve akıllı iş akışları tasarlayabilecek. Bir departman çalışanının geliştirdiği bir uygulama, yalnızca o departmanın değil, tüm kurumun işleyişini hızlandırabilir. Bu da kariyer açısından yeni bir sayfanın açılacağı anlamına geliyor. Citizen developer, iş analistinin evrilmiş hali gibi düşünülebilir; iş ile teknolojinin tam ortasında duran, iki dünyayı birbirine bağlayan bir rol.
Sonuç olarak citizen developer kavramı, kurumların dijitalleşme yolculuğunda bir kırılma noktasıdır. Doğru kurgulandığında hız, çeviklik ve inovasyon getirir. Ancak güvenlik, ana veri yönetimi, entegrasyon ve yönetişim gibi konular ihmal edilirse, kazanımlar kısa sürede risklere dönüşebilir. Bu yüzden kurumların bir yandan süreç sahiplerine güç vermesi, diğer yandan da sağlam bir çerçeveyle bu gücü yönlendirmesi gerekir.
Benim gözümde citizen developer’lar geleceğin dijital dönüşüm liderleri. Onlar sadece işlerini kolaylaştıran değil, kurumun tamamını dönüştüren bir vizyonu hayata geçirecek. İşte bu yüzden onların yükselişi, yalnızca teknolojik bir trend değil, iş dünyasının geleceğini şekillendiren bir paradigma değişimidir.
Bugün geldiğimiz noktada citizen developer yaklaşımı yalnızca bir fırsat değil, aynı zamanda bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor. Hızla değişen dünyada rekabet avantajını korumak isteyen kurumların, süreç sahiplerini bu yeni role hazırlamaktan başka seçeneği yok. Aksi halde esneklik kaybedilir, inovasyon potansiyeli boşa gider ve piyasanın gerisinde kalınır.
Gelecek, iş ve teknolojiyi birleştirebilenlerin olacak. Bu nedenle kurumların atması gereken adım net: güvenli, yönetişimi güçlü, entegre bir ortamda citizen developer’ları desteklemek. Çünkü asıl değer, yalnızca yeni bir uygulama geliştirmekte değil; çalışanların bilgi ve deneyimlerini dijital çözümlere dönüştürebilmesinde yatıyor. Ve bu yolculuk, aslında dijital dönüşümün en sahici hikâyesini yazıyor.