H. Yücel Koç
Rutin Çukuru
Uzun yıllardır yazı yazıyorum. Yazılarımı takip edenler yazılarımı çoğunlukla patronlara ve yöneticilere yazdığımı bilirler. Yazılarımı birebir yaşadığım gerçek olaylardan derleyerek ve örneklendirerek yazmaya çalışırım. Planlama ve eğitim eksenli yazılarla aile şirketlerinin patron ve yöneticilerine spesifik konularda küçük parantezler açma çabasındayım. İlgi duyan öğrencilerin ve birinci kuşak sonrası aile şirketi yönetici adaylarının da zihinlerinde soru işaretleri oluşturabilmenin gayretindeyim. Dileğim ekonomimizi sürükleyen, ülkemizi yüceltmesini beklediğimiz aile şirketlerinin iyi yönetilerek güvenle sonraki kuşaklara aktarılması. Biliyorum ki doğru büyüyen, teknolojiyi takip edebilen, yüksek katma değer üretebilen, rekabetçi, marka değerleri güçlü, sürdürülebilir aile şirketlerimiz kendilerini güçlü kılmakla kalmayacak, ülkemizi de güçlü kılacaklardır.
Üstte anlattığım nedenledir ki yazı yazmayı ve okuyucularımla paylaşmayı meslek gereği yapılan bir görevin ötesinde düşünüyor ve kendi kendime büyük sorumluluk yüklüyorum. Birçok alanda yaşadığımız hatalı eğitim anlayışının ve doğru “planlayamamanın” getirdiği sorunların aile şirketlerimize verdiği zararların bertarafı konusunda ülkeme bir nebze katkı sunabiliyorsam, kendimi mutlu hissederim.
Bunların ışığında uzun zamandır özellikle değinmek istediğim bir konu var. Aile şirketlerimizde yapmaya çalıştığımız yeniden yapılandırmalar ve eğitimlerde son zamanlarda daha sık karşılaştığım ve bana hayal kırıklıkları yaşatan bir konuyu çok önemsiyorum.
Acımasız küresel ve yerel ekonomik problemlerin baskısı altında şirketlerimizin daha fazla “rutin çukuruna” düştüğünü üzülerek deneyimliyorum. Rekabet arttıkça, karlılıklar düştükçe şirketlerimiz de “o günü kurtarma” yaklaşımı içine sürükleniyor. Bu sorun “işletme körlüklerini” artırıyor, bakış açılarını daraltıyor, gerçeklik dışı algıları büyütüyor. Aynı zamanda patronların ve üst düzey yöneticilerin kaygı ve streslerini artırıyor. Bu stres de dolayısıyla tüm çalışanlara yansıyor. Son nokta “rutin çukuru.”
Bu stres ve kaygıyla uzun süreli yaşandığında, şirket kültüründe geri dönüşü zor bozulmalar yaşanıyor. Takım bilinci ortadan kalkıyor. Ekipler değil, kişiler öne çıkıyor. Muhteşem kahramanlar dönemi başlıyor. Şirket içi dedikodular artıyor. Mobbing ve adam kayırma sıradanlaşıyor. Nemelazımcılık kurumsallaşıyor. Kavga kültürü gelişiyor. Güçsüz daha güçsüz, güçlü daha güçlü hale geliyor. Algıyı yönetebilenler gerçek iyileri daha çok baskılıyor. Mutsuz bir habitat ortaya çıkıyor.
Öncelikle şirkete yön verenlerin gelecek planlamasından hiçbir şartta ödün vermemeleri gerekiyor. Geleceği planlamaktan ve yönetmekten vazgeçtiğinizde şirket bunu tüm hücrelerine kadar hissediyor. Umut yoksa, hatta sürekli yenilenen, gelişen bir umut yoksa sistem kaosa evriliyor. Oysa ki sistemlerin kalıcı olabilmesi için sürekli gelişime evrilmesi gerekli. İşte bu gelişimi sürekli kılan anahtar, yönetenlerin doğru planladıkları ve canlı tuttukları “gelecek yapılandırması.”
Gelecek yapılandırması çok geniş bir kavram. Her işletmeye, her yöneticiye göre farklı içerik ve tasarım isteyen bir yapılanma. Sınırlarını hayalleriniz ve becerileriniz belirleyecektir. Kariyer planlamalarından, üretim alanı değişikliklerine, inovatif yeni ürünlerden, sayısal her alanda büyüme hedeflerine, çevresel değerlere kadar daha birçok konu.
Sonrasında da şirketlerimizi oluşturan ve şirketlerimizi geleceğe taşıyacak gerçek hazinelerimiz “doğru insan kaynaklarımızın” bu planlamalara inanmaları, bu planlamaları yaşamaları, yaşatmaları. “Doğru insan kaynağımız” görevlerinin rutin içinde yapılan görevlerinin çok daha ötesinde olduğunu bilmeli. Kalıcı sürdürülebilir şirketler güçlü ekonomi, güçlü ekonomi güçlü ülke ve ışıl ışıl gelecek demek. Her sabah işinin başına geldiğinde ülkesi için, gelecek nesiller için, insanlık için yapabileceği bir şeyler olduğu düşüncesiyle motive olmuş “doğru insanlar” ülkemizi güçlü kılacaklardır.
Katedralde çalışan iki duvar işçisinin hikayesi buna harika bir örnektir. İşçilere işleri sorulduğunda birisi duvar ördüğünü söylerken, diğeri katedral inşaa ettiğini söyler. Geleceğe iz bırakanlar katedral inşaa ettiği motivasyonuyla yaşayanlardır. “Gemisini kurtaran kaptanlar ülkesi” belki birkaç asır önce iş görürdü. Ama içinde bulunduğumuz çağ, günü kurtararak yaşayabileceğimiz, mutlu olabileceğimiz bir çağ değil. Çağ, kol kola girerek, bilerek ve inanarak, henüz doğmamış olanların da geleceğini düşünerek çalışacağımız, üreteceğimiz çağ.
Sevgiyle Kalın.