H. Yücel Koç
Göz Hakkı
Yıllar önce çalıştığım bir şirkette genel müdür yardımcılarından birinin şirketi dolandırdığını tespit etmiştim. Bu yönetici, sorumlu olduğu ürün grubunu, ülke genelinde oluşturduğu bayiler aracılığıyla satıyordu. Sahte bayilikler oluşturmuştu. Ürünler bu bayilere gidiyor gibi görünüyordu ama gerçekte bütün ürünler büyük bir toptancı bayiye gidiyordu. Yönetici bu toptancı bayiye gizli ortaktı. O yıllarda bu ürün grubu için vadeli satışlarda maksimum vade 90 gündü. Ama genel müdür yardımcısı yönetimi ikna etmiş ve oluşturduğu sahte bayilere ürünleri bir yıl vadeyle satıyordu. Tespitlerimi belgeleriyle genel müdüre anlattım ve işimi iyi yapmanın huzuruyla dosyayı teslim ettim. Genel müdür olayı ciddiyetle dinledi ama beklediğim tepkiyi vermedi. O hafta olayla ilgili hiçbir gelişme olmadı. Hayretler içindeyim. Şirkette üst düzey bir yönetici hırsızlık yapıyor, belgeler çok net, hatta suç sabit ama hayat eski olağanında devam ediyor. Eminim ki yönetici istediği satış hacmine ulaştığında sahte bayiliklerin çekleri de karşılıksız çıkacak ve şirket büyük zarara uğrayacak. Üst yönetimin bildiği veya beklediği bir şey vardır diye düşünüyorum. Sonraki hafta patron beni çağırdı. Bana 12 Eylül döneminde ailesinin yaşadıklarını anlattı. O zamanlar nasıl sınır ticareti yapıldığını, 12 Eylül yönetiminin bu ticareti bir günde nasıl bitirdiğini, bu yüzden İstanbul’a gelmek zorunda kaldıklarını, harika bir epik dille anlattı. Sınır ticareti dediği şey bildiğiniz kaçakçılık. Sıradan insanlar için kabul edilemez ama sınır şehirlerinde yaşayan ve kuşaklar boyu geçimlerini bu yolla sağlamış insanlar için meslek kabul edilen bir uğraş. Patron, konuşmanın sonunda bazı şeylerin görmezden gelinmesi gerektiğini, olumsuzluk olduğunu düşündüğümüz o şeylerin her zaman olumsuz olmayabileceğini söyledi. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Gençlik aklımla mal da onun, para da, zarar da, kar da diye düşünüp, sinirlenerek patronun yanından ayrıldım. Söz konusu şirket en kısa süre çalıştığım yerlerden birisi oldu. O genel müdür yardımcısı şirketi dolandırdı. Hemen sonra aynı yolla aynı sektörde başka bir şirketi daha dolandırdı.
Yıllar sonra benzer bir olayla daha karşılaştım. Danışmanlığını yaptığım şirketin genç yönetim kurulu başkanına genel müdürünün şirketi soyduğunu bilip bilmediğini sordum. Herkesin bildiğini, kendisinin de iyi bildiğini, endişe etmemem gerektiğini söyledi. “Çalıyor ama iyi çalışıyor” dedi. O genel müdür sonra kendi şirketini kurdu ve ayrıldığı şirkete uzun zaman zarar vermeye devam etti.
Bir kaç hafta önce zekasına, yeteneklerine çok güvendiğim iş insanı bir dostum da önemli yöneticilerinden birini hırsızlık yaparken nasıl yakaladığını anlattı. Yöneticiyi yanına çağırıp yaptığı hırsızlığın bir iletişim hatası sonucu, kazayla olduğunu, kazayı nasıl gidermesi gerektiğini izah etmiş. Yönetici de çaldığı tutarı iade etmiş. Birlikte çalışmaya devam ediyorlar. Dürüstlüğüne tereddütsüz kefil olacağım sevgili dostuma o yöneticiyi neden işten atmadığını sordum. Konunun öncesini de uzun uzun anlattıktan sonra “göz hakkı” dedi.
Sanırım benzer durumlarla sizler de karşılaşmışsınızdır. Ne yapamayacağınızı bilemediğiniz hallerle karşı karşıya kalmışsınızdır.
Ticarette bunlar olağan diye düşünen çok insan olabilir. Belki bir kısmının da kabul edilebilir nedenleri olabilir. Ama sonuçta bu ve benzeri olaylar hırsızlığın olağanlaştırılmasını getirmez mi? Yaygın kabul görmesine yol açmaz mı? Bu kabulleniş toplumun etik ve moral değerlerini bozmaz mi? Adaletsizliğe yol açmaz mı? Aynı çuvaldaki çürük elmaların diğer elmaları da bozacağı doğru değil mi? Üretimde maliyetleri artırmaz, rekabeti olumsuz etkilemez mi?
Böylesi olumsuz davranışların ne olursa olsun genel kabul görmesini içime sindirebileceğimi düşünmüyorum. Modern dünyada da olumlu yaklaşılacağına inanmıyorum.
Şeffaflığın ve evrensel doğruların hakim olduğu bir iş yaşamını kuramadığımız sürece güçlü bir ülke beklentisinin de hayal olacağı kanısındayım.
Yollarınızın daima iyi insanlarla kesişmesi dileklerimle...